Author/Authors :
demirli, ekrem istanbul üniversitesi - ilahiyat fakültesi - temel islam bilimleri bölümü, İstanbul, Turkey
Abstract :
Din bilimleri arasında gelişim süreci en şaşırtıcı ve çelişkili seyir takip edeni hiç kuşkusuz tasavvuf olmuştu. Öyle ki geçmişte ve günümüzde birçok insana göre tasavvuf hâlihazırda bile bir bilim olarak teşekkül etmemiştir. Bu meyanda tasavvufun fıkh-ı bâtın veya bir ahlak ilmi olduğuyla ilgili iddiaları sûfîler arasında anlam bulan iddialardı. Tasavvufun gelişim seyrindeki sorunları hem kendi dâhilinde hem öteki din bilimleriyle ilişkisinde fark edebiliriz: Tasavvufun bir bilim olmaktan daha çok bir tepki ve eleştiri şeklinde gelişen yapısı bütün dönemlerde varlığını göstermiştir. Öteki din bilimleri için genellikle tasavvuf bilimden daha çok tanımını ve sınırlarını kestiremeyeceğimiz bir hâl, zevk ve en çok da zahitlik idi. Tasavvuf denilince din bilimleri arasında sistematik yapıya sahip bilimden ziyade züht hareketinden söz etmek yaygın tutumdur. Haddizatında bu bakış açısı bütün dönemlerde sürmüş, tasavvufun din bilimi haline geldiği üçüncü asrın sonlarından itibaren bile, tasavvuf bilim sayılmamıştı. Bunun en önemli nedeni tasavvufun ilgi alanını teşkil edebilecek müstakil alanın kabul edilmemiş olmasıydı. Tasavvufa bilimler arasında ‘alan açmak‘ öteki bilimlerin özellikle de fıkıh-kelamın yetersizliği kabul etmek demekti ki, bu kendi içinde bir çelişki idi. Bu meyanda tasavvufun alanını ahlak sayarsak din bilimleri arasında ahlakın bir bilim haline gelip gelemeyeceğini ortaya koymak gerekirdi. Ancak mesele sadece bu yönden izah edilemez: Din bilimlerinin gelişim seyrini iki ana akım dâhilinde mütalaa edersek sorunun ciddiyeti daha iyi fark edilebilir.